
Haşiguiiva'nın Türkçe karşılığına Köprü Kazığı Kayaları diyebiliriz. Kayaların, karadan denize doğru düz bir çizgi halinde uzanması, onların insan eliyle dizildiği izlenimini veriyor. Bu yüzden burada bir köprü yapılmaya çalışıldığı ama tamamlanamadığına dair bir efsane var. Sütun kelimesi yerine kazık kelimesinin kullanılması da efsanenin yaklaşık tarihi hakkında fikir veriyor. Sular çekildiği zaman yerdeki oyuklar içinde kalan su birikintilerinde karidesler gibi küçük deniz canlıları görmek mümkün. Bu yüzden biraz daha açıkta bulunan yüksek kayalara ulaşmak için adımlarınıza dikkat etmeniz gerek. Köprü efsanesi yerine kendi hayal gücünüzü kullanırsanız, kayaların koca bir canavarın dişleri olduğu ve onun ağzı içinde kaldığınız hissine kapılabilirsiniz. Sular yükseldiği zaman bu kayalar birer ada halini alıyor. Bizim ziyaretimiz suların çekilmiş olduğu saatlere denk geldiği için su birikintileri üzerinden atlaya atlaya yüksek kayaların yanlarına kadar gidebildik.

Haşiguiiva'dan ayrıldıktan dakikalar sonra bu köprünün üzerinde bulduk kendimizi. Artık karşımıza çıkan tüm tabelalar hem Japonca hem Türkçe idi. Adanın dar yolları ağaçlarla çevriliydi. Haşiguiiva'dan bakarken adayı ne kadar yeşil gördüysek, üzerindeyken de o kadar yeşildi. İnsan elinin değmediği yerler doğal, değdiği yerler ise tertemiz ve bakımlıydı. Müzenin kendisi de çevresi de aynı titizlikle korunuyordu.


Ertuğrul kazasının yeniden gündeme gelmesi ve daha bilinir hale gelmesi 1985 yılına rastlar. Savaş sırasında Irak'ın İran'a hava saldırısı düzenleyeceği haberini alan yabancılar İran'dan tahliye edilmeye başlanır. Ancak oradaki Japonlar mahsur kalır. Özal'ın talimatıyla THY tehditlere rağmen oradaki Japonları kurtarır ve Türkiye'ye getirir. Özal, Japonların Ertuğrul kazasındaki yardımlarına bir karşılık olduğu şeklinde açıklama yapar.
Birkaç sene önce bu iki olayı anlatan Ertuğrul 1890 adlı bir film çekildi. Müzenin bir bölümünde bu filmin fragmanı ve nasıl çekildiği yayınlanıyordu. Kapıda DVDsi satılıyordu. İşte bu seferki ziyaretimde beni hayal kırıklığına uğratan şey bu idi. Siyasi argümanlarla ve hayal ürünü sahnelerle dolu olan bu filmin reklamını ve satışını yapmak, müzeyi müze yapan değerlerden bir şeyler eksiltmişti.

Atatürk heykeli daha önce Niigata'daki (新潟市) Türk Köyü'nde bulunuyordu. Heykel, 1996'da kurulan bu köye Japonya'daki Türk Büyükelçiliği'nin girişimleri sonucunda hediye edilir. Bir eğlence ve kültür parkı niteliğinde olan bu köy, 2004'te meydana gelen depremde büyük zarar görür ve ekonomik krizin de etkisiyle kapatılır. 2006'da köy arazisi özel bir şirkete satılır. Şirketin sahibi heykeli kendi binasına taşıtır. Çeşitli girişimlerin ardından Tokyo'ya getirilip onarılır ve kısa süreliğine Tokyo'da sergilenir. Daha sonra Kuşimoto Belediyesine teslim edilen heykel 2010 yılında şimdiki yerini alır. Bence Japonya'da olması gereken en isabetli yere getirilmiştir.

Yeniden arabamıza binip yola koyulduğumuzda artık eve dönüş yolculuğumuz başlamıştı. 2 ve 3 Ocak'ta yaptığımız bu kısa geziyi, güncel iş yoğunluğumdan peyderpey zaman ayırıp yazıya dökmek, resimlerini seçmek, düzenlemek ve nihayet son bölümünü yayınlamak ancak bugüne nasip oldu. Artık Mart ayındayız ve bu ay Japonya'nın kiraz çiçekleriyle pembeye büründüğü günleri getirecek. Bu da bizim için yeni gezilere çıkacağımız anlamına geliyor. Belki yine kısa geziler olacak ve belki yayınlaması zaman alacak ama güzel olan her şeyi sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. Sağlıcakla kalın.
_________________________________________________________________________________
Önceki bölümler:
1. Naçi Şelalesi
2. Uraşima'da Gün Doğumu
Japonya'dan ve Mutlu Sayar'dan daha fazla fotoğraf için instagram adresi: https://www.instagram.com/mtlsyr/