Japonya'ya henüz yerleşmeden önce turist olarak gezdiğim Tokyo'daydım. Ueno'ya gitmiştim. 10 yıl önce gayet yeniydi ama fotoğraf kalitesinden anlaşılacağı üzere artık gayet eski olan makinemle Shinobazu Gölü'nde (不忍池) çektim bu fotoğrafları. Bildiğim nilüferlerin aksine yaprakları suyun yüzeyine serili olmayıp dalları üzerinde yükselmişlerdi. Dua etmek için göğe açılmış avuçlar gibi içe bükülmüşlerdi. Rüzgarın hareket ettirmesiyle birlikte bazılarının içinde biriken su damlacıkları dans ediyordu. O yeşillerin arasında pırlanta gibi parlayan pembe çiçeklerin bazıları tüm görkemiyle açılmıştı. Görmüş olmaya alışık olduklarımdan çok daha büyüklerdi. Çoktan dökülmüş ya da dökülmek üzere olanlar da vardı. Bazıları ise diri bir şeftali şeklini almış açılmak için zamanını bekliyordu.
3 Ekim 2021 Pazar
Tokyo'dan Nilüfer Çiçekleri
Japonya'ya henüz yerleşmeden önce turist olarak gezdiğim Tokyo'daydım. Ueno'ya gitmiştim. 10 yıl önce gayet yeniydi ama fotoğraf kalitesinden anlaşılacağı üzere artık gayet eski olan makinemle Shinobazu Gölü'nde (不忍池) çektim bu fotoğrafları. Bildiğim nilüferlerin aksine yaprakları suyun yüzeyine serili olmayıp dalları üzerinde yükselmişlerdi. Dua etmek için göğe açılmış avuçlar gibi içe bükülmüşlerdi. Rüzgarın hareket ettirmesiyle birlikte bazılarının içinde biriken su damlacıkları dans ediyordu. O yeşillerin arasında pırlanta gibi parlayan pembe çiçeklerin bazıları tüm görkemiyle açılmıştı. Görmüş olmaya alışık olduklarımdan çok daha büyüklerdi. Çoktan dökülmüş ya da dökülmek üzere olanlar da vardı. Bazıları ise diri bir şeftali şeklini almış açılmak için zamanını bekliyordu.
31 Mayıs 2021 Pazartesi
Fuji Safari Parkı
8 Kasım 2020 Pazar
Fuji Dağı'nın Eteklerinde Bir Taş Müzesi
Salgından, ev hapsinden, yoğun iş ve okul temposundan biraz olsun fırsat yaratıp ailece bir sonbahar gezisine çıkalım istedik. Biraz ferahlamak, gündemden uzaklaşmak hepimize iyi gelecekti. Fuji'ye bir gece iki günlük bir gezi planladık. Arabaya atlayıp 300km yol katederek ulaştığımız Fuji'de gidecek başka yer kalmamış gibi niye bir taş müzesine gittiğimizi soracak olursanız, onun cevabını bir önceki yazım olan Pembe Taşın Hikayesi'nde anlatmıştım. Henüz okumadıysanız, bu satırlara devam etmeden önce mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Geceyi geçirdiğimiz şehir merkezindeki otelden müzeye ulaşmak yaklaşık 40 dakikamızı aldı. Deniz seviyesine yakın bir rakımdan Fuji Dağı'nın eteklerine doğru yol aldığımız için bu 40 dakika boyunca yokuş yukarı sürdük. Birkaç küçük ve tenha kasabadan geçtik. Sonrasında, sık ağaçlardan gökyüzünü bile zor gördüğümüz ormanlık, dar ve kıvrımlı bir yolda sürmeye devam ettik ve böylece müzeye ulaştık.Anlaşılacağı üzere, turistleri çekmek için kurulmuş bir yer değil Kiseki Dünya Taşları Müzesi [1] . Yakın çevrede yaşayanlar için alternatif bir uğrak yeri, çocuklar için bir eğlence alanı ve sadece meraklıların geleceği bir yer olmak dışında fazla bir anlam taşımıyor. Ancak taşıdığı anlamlar, 300km uzaktan gelen bizler için yeterince geçerli sebepleri oluşturuyordu.
Müze deyince, sergilenen nesnelerin olduğu bölümlerden oluşan bir bina aklınıza gelmesin. Böyle bir bina da var elbette ama o bina müzeyi oluşturan parkın içinde bulunan yapılardan sadece biri. Kabaca 20 dönümlük bir araziyi kaplayan parkın çevresi tamamen ormanlık alan. 360 derece boyunca nereye bakarsanız ağaçları görüyorsunuz. Yere sırt üstü uzanacak olsanız, yemyeşil çerçeveli koca bir pencereden gökyüzünü izlediğiniz hissine kapılırsınız. Yer değiştiren bulutlar ve arada uçuşan kuşlar dışında mavinin üzerinde olan tek görüntü, kuzeydoğudaki ağaçların üzerinde yükselen görkemli Fuji Dağı.Pembe Taşın Hikayesi'nde de anlattığım gibi, bizi buraya getiren en önemli sebep, hiç kuşkusuz, oğlum Eren'in taş merakı. Özellikle de, burada yapmak istediği taş avı. Parkta bulunan bölümlerden birinde yer alan bu taş avı oyununda, ziyaretçiler su ile doldurulmuş küçük kanallar içine yığılı taşların arasından, kendilerine verilen el küreklerini kullanarak özel taşları bulmaya çalışıyorlar. Taşların her biri sadece birkaç milimetreküp büyüklüğünde. El küreğini yüzlercesi dolduruyor. Oyun, eski Hollywood filmlerinde gördüğümüz altın avcılarının, ellerinde eleklerle nehir suyundan çıkardıkları taşlar arasında altın araması gibi bir his veriyor. Yığınların içinde kırkın üzerinde özel taş çeşidi bulunuyor. Herkese 30 dakikalık bir süre veriliyor. Bu süre içinde bir kişinin toplayabileceği toplam özel taş miktarının bile kırkı bulamayabileceği düşünülürse, tüm çeşitleri bulmak oldukça zor. Dört kişilik bir aile olarak bizim gayet iyi bir iş çıkardığımızı söyleyebilirim.
Taş avının sonunda, eve götürecek epey bir taşımız olmuştu. Ancak, hiç kuşkusuz, günün en büyük ödülü, taş avında Eren'in kazandığı yakut idi. Taş yığınları arasında göze çarpası bile imkansıza yakın, belki milyonda birden bile daha az bulunma olasılığına sahip özel zarı bulan Eren, bunun karşılığında verilen yakutun sahibi oldu. Bu da hem Eren'in hem bizim eğlencemizi daha da artırdı. Çocukların gözündeki sevinç pırıltıları, gittiğimize değdiğinin ispatıydı.
Minerallerin, fosillerin ve ender bulunan taşların sergilendiği kısımda geçirdiğimiz vakit de bir o kadar eğlenceli ve öğreticiydi. Taşlar, sadece özelliklerinin yazılı olduğu plakalarla değil, güncel, ünlü ve kültürel verilerle de birleştirilerek sergileniyordu. Örneğin, Minecraft oyunundaki maketleriyle birlikte sergilenen taşlar vardı. Diğer bir bölümde, Japon çizgi romanı mangalarda yer almış taşlar, kitaplarıyla birlikte sergileniyordu.
________________________________________________________________________________
[1] http://www.kiseki-jp.com/english/e-index.html
4 Kasım 2020 Çarşamba
Pembe Taşın Hikayesi
2 Ocak 2020 Perşembe
Fuji'yi Yakalamak

____________________________________
Mutlu Sayar'dan daha fazla fotoğraf için: muusensei
5 Ekim 2019 Cumartesi
Tokyo Oyun Fuarı 2019













TGS2019'a katılmak benim için birçok açıdan olağanüstü bir deneyimdi. Önümüzdeki yıl tekrar katılır mıyım bilmiyorum. Bana kalsa her yıl katılmak isterim ama artık bir aile babası olarak birçok sorumluluğu üzerimde taşıdığım için pek mümkün görünmüyor. Yine de aralıklarla birkaç kez daha katılırım. Özellikle de oğullarım biraz büyüyünce onlarla birlikte katılmayı çok istiyorum.
2 Mart 2019 Cumartesi
Japonya'da Türk Müzesi ve Atatürk Heykeli

Haşiguiiva'nın Türkçe karşılığına Köprü Kazığı Kayaları diyebiliriz. Kayaların, karadan denize doğru düz bir çizgi halinde uzanması, onların insan eliyle dizildiği izlenimini veriyor. Bu yüzden burada bir köprü yapılmaya çalışıldığı ama tamamlanamadığına dair bir efsane var. Sütun kelimesi yerine kazık kelimesinin kullanılması da efsanenin yaklaşık tarihi hakkında fikir veriyor. Sular çekildiği zaman yerdeki oyuklar içinde kalan su birikintilerinde karidesler gibi küçük deniz canlıları görmek mümkün. Bu yüzden biraz daha açıkta bulunan yüksek kayalara ulaşmak için adımlarınıza dikkat etmeniz gerek. Köprü efsanesi yerine kendi hayal gücünüzü kullanırsanız, kayaların koca bir canavarın dişleri olduğu ve onun ağzı içinde kaldığınız hissine kapılabilirsiniz. Sular yükseldiği zaman bu kayalar birer ada halini alıyor. Bizim ziyaretimiz suların çekilmiş olduğu saatlere denk geldiği için su birikintileri üzerinden atlaya atlaya yüksek kayaların yanlarına kadar gidebildik.

Haşiguiiva'dan ayrıldıktan dakikalar sonra bu köprünün üzerinde bulduk kendimizi. Artık karşımıza çıkan tüm tabelalar hem Japonca hem Türkçe idi. Adanın dar yolları ağaçlarla çevriliydi. Haşiguiiva'dan bakarken adayı ne kadar yeşil gördüysek, üzerindeyken de o kadar yeşildi. İnsan elinin değmediği yerler doğal, değdiği yerler ise tertemiz ve bakımlıydı. Müzenin kendisi de çevresi de aynı titizlikle korunuyordu.


Ertuğrul kazasının yeniden gündeme gelmesi ve daha bilinir hale gelmesi 1985 yılına rastlar. Savaş sırasında Irak'ın İran'a hava saldırısı düzenleyeceği haberini alan yabancılar İran'dan tahliye edilmeye başlanır. Ancak oradaki Japonlar mahsur kalır. Özal'ın talimatıyla THY tehditlere rağmen oradaki Japonları kurtarır ve Türkiye'ye getirir. Özal, Japonların Ertuğrul kazasındaki yardımlarına bir karşılık olduğu şeklinde açıklama yapar.
Birkaç sene önce bu iki olayı anlatan Ertuğrul 1890 adlı bir film çekildi. Müzenin bir bölümünde bu filmin fragmanı ve nasıl çekildiği yayınlanıyordu. Kapıda DVDsi satılıyordu. İşte bu seferki ziyaretimde beni hayal kırıklığına uğratan şey bu idi. Siyasi argümanlarla ve hayal ürünü sahnelerle dolu olan bu filmin reklamını ve satışını yapmak, müzeyi müze yapan değerlerden bir şeyler eksiltmişti.

Atatürk heykeli daha önce Niigata'daki (新潟市) Türk Köyü'nde bulunuyordu. Heykel, 1996'da kurulan bu köye Japonya'daki Türk Büyükelçiliği'nin girişimleri sonucunda hediye edilir. Bir eğlence ve kültür parkı niteliğinde olan bu köy, 2004'te meydana gelen depremde büyük zarar görür ve ekonomik krizin de etkisiyle kapatılır. 2006'da köy arazisi özel bir şirkete satılır. Şirketin sahibi heykeli kendi binasına taşıtır. Çeşitli girişimlerin ardından Tokyo'ya getirilip onarılır ve kısa süreliğine Tokyo'da sergilenir. Daha sonra Kuşimoto Belediyesine teslim edilen heykel 2010 yılında şimdiki yerini alır. Bence Japonya'da olması gereken en isabetli yere getirilmiştir.

Yeniden arabamıza binip yola koyulduğumuzda artık eve dönüş yolculuğumuz başlamıştı. 2 ve 3 Ocak'ta yaptığımız bu kısa geziyi, güncel iş yoğunluğumdan peyderpey zaman ayırıp yazıya dökmek, resimlerini seçmek, düzenlemek ve nihayet son bölümünü yayınlamak ancak bugüne nasip oldu. Artık Mart ayındayız ve bu ay Japonya'nın kiraz çiçekleriyle pembeye büründüğü günleri getirecek. Bu da bizim için yeni gezilere çıkacağımız anlamına geliyor. Belki yine kısa geziler olacak ve belki yayınlaması zaman alacak ama güzel olan her şeyi sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. Sağlıcakla kalın.
_________________________________________________________________________________
Önceki bölümler:
1. Naçi Şelalesi
2. Uraşima'da Gün Doğumu
Japonya'dan ve Mutlu Sayar'dan daha fazla fotoğraf için instagram adresi: muusensei
26 Ocak 2019 Cumartesi
Uraşima'da Gün Doğumu

Yarımada, deniz seviyesinden oldukça dik yükseldiğinden, oteli oluşturan binalar ve bölümler farklı yüksekliklerde bulunuyor. Giriş yaptığımız ve kaldığımız odanın bulunduğu bina, yarımadanın koya bakan batı kıyısında, deniz seviyesinde yer alırken, okyanusa bakan doğu kısmındaki bina ise yarımadanın tepesinde kalıyor. Bu binadaki odalar daha lüks ve haliyle bizimkinden birkaç kat daha pahalı. Sadece bu odaların müşterilerine özel bir kaplıca havuzu bile var. Parası neyse öderiz derseniz siz de bu kaplıca havuzunun kükürtlü ve sıcak sularının içindeyken okyanusun, dağların, gün batımının, gün doğumunun, şehrin, doğanın eşsiz manzaralarını tepeden seyrederek rahatlayabilirsiniz. Ancak tüm bunları bizim gibi ayrı ayrı da yapabilirsiniz. Herkese açık olan diğer kaplıcalardaki su aynı su ve saydığım tüm manzaraları izleyebileceğiniz tepede bulunmak için illa kaplıcasına girmeniz gerekmiyor.
Kaplıca suyu kükürtlü olduğundan kokusu biraz rahatsız edici. Çürük yumurtayı andıran bir kokusu var. Ama vücudunuza verdiği his çok rahatlatıcı. Yumuşak ve dinlendirici. Sabah uyandığınızda, gece uykunuz kaçtığında, yemekten önce, kahvaltıdan sonra, yani canınız ne zaman isterse kaplıcalardan herhangi birine girebilirsiniz. Tamamı 24 saat açık. Ayrıca tüm müşteriler gibi konaklama süresi boyunca otel içerisinde yukata (bornoza benzeyen ince Japon giysisi) ile dolaşacağınız için her seferinde üzerinizi değiştirmeniz gerekmiyor. Birçok yerde yukatanızı kuru ve temiziyle değiştirebileceğiniz büfeler bulunuyor.


Artık yavaş yavaş yola koyulma vakti yaklaşıyordu. Güzel bir kahvaltıdan sonra otelden ayrıldık. Önce tekne ile Katsuura Limanı'na, sonra otobüsle otoparka geçip arabamıza kurulduk. Seyahat planımızda biraz daha güneye inmek vardı. Kuşimoto'daki Türk Müzesi'ni ziyaret etmek üzere hareket etiik.
Devamı: Japonya'da Türk Müzesi Ve Atatürk Heykeli
_________________________________________________________________________________
[1] Otelin web sitesi: Hotel Urashima
[2] Kaplıcalarda resim çekmek yasak olduğundan fotoğraf otelin web sitesinden alınmıştır (img_boukido)
12 Ocak 2019 Cumartesi
Naçi Şelalesi 那智の滝



Devamı:
Uraşima'da Gün Doğumu
31 Ekim 2018 Çarşamba
Kongoushou-ji Tapınağı (金剛證寺)



Vaktin iyice daralmasıyla buradan ayrılmak zorunda kaldığımızda görmediğimiz bir şey kalmış mıdır diye merak ediyorduk. Gök Yolu'ndan çıkıp eve dönüş rotasına tekrar girdiğimizde ne kadar yorulmuş olduğumuzu yeni fark ettik. Eve varış için artık az bir süre kalmasına rağmen çocuklar ve eşim hemen uykuya daldı. Arabayı kullanmak zorunda olan ben ise eve kadar beklemek zorundaydım.
27 Ekim 2018 Cumartesi
İnci Yolu ve Gök Hattı


Öğle yemeğini, İnci Yolu üzerinde son kez durduğumuz Toba Gözlem Yeri'nde (鳥羽展望台, Toba Observatory) bulunan restoranda yedik. Bazı kaynaklar burasını Japonya'nın en güzel manzaraya sahip 30 yerinden biri olarak gösteriyor. Havanın açık, pussuz olduğu zamanlarda Fuji Dağı görünüyor. Biz bu şansa sahip değildik ama tesisin hemen her köşesinden gözlerimize yansıyan manzarayı hafızalarımıza kazıdık.

Devamı: Kongoushou-ji Tapınağı
_____________________________________________________________________________
[1] https://www.iseshimaskyline.com