Eşimin doğup büyüdüğü ve gittiğimiz zaman kaldığımız evinin bulunduğu
Tsu (津) şehrine en yakın büyük şehir olan
Nagoya (名古屋), Japonya'nın en sık ziyaret ettiğim şehridir. Gerek alışveriş, gerekse gezmek için birçok kez gittiğim bu şehrin simgelerinden biri olan Nagoya Kalesi'ni, daha önce 18 Temmuz 2011'de eşimle birlikte gittiğim ilk seferden sonra, bu kez iki yaşındaki oğlumuzla beraber, kiraz çiçeklerinin açtığı dönemde yani
sakura döneminde tekrar ziyaret ettik.

1 Nisan 2014'te yapmış olduğumuz gezi hakkındaki bu yazım, bazı tarihsel bilgiler eklemeyi de gerekli görmemden dolayı tahminimden biraz daha uzun oldu. Bu tarihsel bilgileri araştırırken epeyi vakit harcadım çünkü bu satırlara eklerken, gezi yazısı kalıbının dışına fazla çıkmamak adına, önemli, ilginç ve ilişkili olan verileri ortaya çıkarmak için daha çok bilgiye ulaşmam ve bunlar arasından seçim yapmam gerekti. Fotoğrafları seçip düzenlemem de ayrıca vakit aldı ama o, işin nispeten daha keyifli yanıydı.
Başlayalım..

Nagoya Kalesi (
名古屋城, orj. Nagoya Jõ)
[1], Japon tarihinin en önemli
Şogunlarından, yani hükümdarlarından biri olan
Ieyasu Tokugawa'nın
(徳川 家康) emriyle inşa edilir. Tokugawa
(1543-1616), Japonya'yı birleştiren üç büyük generalin üçüncüsüdür. Kendisinin adıyla anılan Tokugawa Barışı dönemi 260 yıl sürer ve bu barış döneminde, o güne kadar asıl işi savaşmak olan samuray sınıfı, sanat, felsefe veya bürokrasiye adım atar. Tokugawa Şogunları Dönemi olarak da bilinen bu iki buçuk asırlık dönemde Japonya, Avrupalı misyonerlere kapılarını kapatır, kendisini dış dünyadan soyutlayarak özgün kültürünü geliştirir. Bahçe düzenleme başta olmak üzere, edebiyat, resim, çay seremonisi, çiçek düzenleme, tiyatro gibi güzel sanat alanları ile tercümesi 'savaşçının yolu' olan Bushido
(武士道, ok.Buşido) savaş sanatında mükemmelliğin arandığı devir böylece başlar. Nagoya Kalesi'nin kurucusu olan Ieyasu Tokugawa, böylece, sadece Japon tarihinin değil, bugüne kadar yaşatılmakta olan Japon kültürünün de önemli öncülerinden biri durumundadır.
[2]

1610 yılında inşasına başlanan kalenin kullanımı 1620 yılında, yani I.Tokugawa'nın ölümünden sonra başlar. İnşasında kullanılan sistemler, kendisinden sonra yapılacak olan kalelere de örnek teşkil eder. Çivi kullanılmadan, yapboz misali birbirlerine geçirilerek sabitlenen kirişler ve kolonlar, hayranlık uyandırıcı tasarımlarla işlenmiş ve kalenin bugünkü sergi alanlarından birinde ziyaretçilerin de bu montajı yapabilmesi için örneklenerek denemeye açılmıştır. Kalenin simgesi durumunda olan iki altın yunus heykeli, kuzey ve güney kısımlar olmak üzere ana kule çatısının iki köşesinde yer alır. Görünüm itibarıyla ejderhayı daha çok andıran ve
Kinshachi (
金鯱, ok.Kinşaçi) adı verilen bu yunusların, su meydana çıkartarak kaleyi yangından koruyan tılsımlar olduğuna inanılmıştır. Ancak tüm tarihini halk katliamları üzerine oturtmuş olan ABD'nin 1945'te Nagoya şehrine düzenlediği hava saldırısı ile kale yanar ve büyük ölçüde zarar görür. Kale, sonraki senelerde baştan inşa edilir. Japonya'nın kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına hangi şehrine giderseniz gidin, hangi tarihî yapıyı ziyaret ederseniz edin, birçoğu için "
2. Dünya Savaşı'nda hava saldırısıyla yıkılıp filanca tarihte tekrar inşa edilmiştir" yazar.
Hori Nehri'nin
(堀川) [3] yanında bulunan Nagoya Kalesi, tüm Japon kalelerinde olduğu gibi, yontulmuş taşlar üzerine oturtulur. Kullanıldığı dönemde bu taş duvarlar su dolu bir kanalı çevreler ve böylece kale korumasında ek bir güvenlik oluşturulur. Bu büyük taşların üzerinde, onların yapımını üstlenmiş olan
Daimyo Lordlarının, yani feodal hükümdarların
[4] imzaları bugün de görülebilir durumdadır. Taşların en ünlüsü ise hiç kuşkusuz
Kiyomasa Taşıdır. Adını, Kato Kiyomasa isimli feodal hükümdardan alan bu devasa taşı görünce, o zamanki imkanlarla nasıl taşınabilmiş olduğuna dair fikir yürütmek bir hayli güç ve bir o kadar da hayranlık vericidir.

Bir bodrum ve yedi üst katı olan kalenin, altıncı katı hariç tüm katları gezilebilir durumda. Bu katlarda sergilenen tarihî, sanatsal eserlerin yanı sıra, o dönemi yansıtan maketler ve animasyonlar bulunmakta. Eski samuraylara ait zırhlar, kılıçlar, silahlar, duvar süslemeleri, çizimler, paralar sergilenen eserler arasında. Beşinci katta bulunan büyük bir Kinshachi maketiyle resim çektirebilir, yukarıda bahsettiğim devasa taşların insan gücüyle nasıl taşınmış olduğunu betimleyen maketi hareket ettirebilirsiniz.


Ana kulenin en üst katının dört yanında bulunan pencerelerden çevreyi 360 derece görmek mümkün. Böylece, kullanıldığı dönemin en yüksek mevkisi olduğu düşünülünce, kalenin inşasına stratejik açıdan ne kadar önem verilmiş olduğu da bir kez daha ortaya çıkar. Bu katta ayrıca hatıra eşyaları satılıyor. Benzer eşyaların satıldığı bir başka mağaza da kalenin avlusunda bulunuyor. Bu avluda, 2013'te ziyarete açılmış olan, yani bizim de yeni gördüğümüz
Hommaru Sarayı'nın, sadece küçük bir bölümü gezilebilir durumda. İlk olarak 1615'te inşa edilmiş olan ve mimarisiyle sayılı şaheserler arasında yer etmiş olan yapı, kalenin ana binasıyla birlikte 1930'da millî servet olarak işaret edilmiş, ne var ki ABD bombardımanıyla tamamen yanmıştır. Restorasyon çalışmaları, daha doğrusu yeniden yapımı devam eden ve 30 odasıyla 3100 metrekarelik bir alanı kaplayacak olan Hommaru Sarayı'nın, 2018'de tamamlanması planlanıyor. Yani bize, Nagoya Kalesi'ni o tarihte tekrar ziyaret etmek görünüyor.
Avlunun en çok insan toplayan bir başka yeri, yeşil çaylı dondurma satan küçük dükkan. Dükkan değil de kulübe desek bile yeridir çünkü içine iki kişi zar zor sığıyor ve bu iki kişi, uzun bir kuyruk oluşturan müşteri kalabalığına dondurma yetiştirmeye çalışıyor. Dondurmanızı alıp, görkemli kiraz ağacının altındaki banklardan birine oturup afiyetle ve huzur içinde yiyerek dinlenebilirsiniz.


Kalenin etrafı parklarla, bahçelerle çevrili. Zaten Japonya'da tarihî bir yapıyı, hatta herhangi bir yeri süslemek için binaların kullanıldığı falan aklınıza gelmesin; ağaçlar, çiçekler ve su gelsin. Temmuz 2011'de gittiğimde, etraf, ağaçların yeşiliyle örtülüydü. Bu sefer,
sakura dönemi olması dolayısıyla, bu yeşil örtüye pembe renkler de eklenmişti. Kalenin çevresini saran bu alanlar üç bölümden oluşuyor:
Ninomaru,
Ofukemaru ve
Nishinomaru (ok.Nişinomaru). Bu bölümlerin her biri, bahçelerin yanı sıra, geleneksel çay evlerini, müzeleri ve sergileri de içinde barındırıyor. Ayrıca, Ofukemaru'da bulunan ahşap atölyesinde, restorasyonu devam etmekte olan Hommaru Sarayı'nın malzemeleri üretiliyor ve ziyarete açık tutuluyor. Yani Japon yetkililer kale ziyaretini, sadece tarihî bir yeri görüp gitmiş olmak üzere değil, dolu dolu hatıralarla ve hislerle geçirilecek koca bir gün olması için büyük çaba harcamışlar. İşte biz de böyle bir günü geride bırakarak, akşam saatlerinde evimizin yolunu tuttuk.
________________________________________________________________________________
[1] Resmî sitesi: http://www.nagoyajo.city.nagoya.jp/13_english/
[2] Ana kaynak: Dönüm Noktalarıyla Japon Tarihi Samuraylar Çağı, Erdal Küçükyalçın.
[3] Hori Nehri, tarihi 1610 yılına dayanan el yapımı bir kanaldır. Şehre gemilerle mal getirilmesi amacıyla açılmıştır ve halk tarafından Ana Nehir olarak adlandırılmıştır.
[4] Ieyasu Tokugawa, Nagoya Kalesi'nin yapımı için 20 daimyo hükümdarını görevlendirmiştir.